Ofis Mobilyaları ve Büro Mobilyalarından Haberler

Önemli Olan Müşteri



 



Yazı: Prof. Mel Byars


 


Kopuk bir yaşam sürüyorum bu aralar. Tanıdığım birçok insan dünyanın dört bir yanında, tasarım çevrelerinde aktif. Bu demek oluyor ki; sıradan insanların tasarım hakkında neler düşündüklerinden habersizim. Bu çok saçma çünkü bizim gibi tasarım endüstrisinde çalışanların, ürünlerini, onları satın alacak sıradan insanlar İçin tasarlaması, satması, konuşması veya yazması gerekiyor. Yanılıyorum olabilirim; basit, yuvarlak ve duvara monte, Ca-pellini marka bir anahtar dolabına 650 dolar veren kişi, belki de sıradan bir müşteri değildir. Yine de bence sıradan müşteriler, ürünlerin dükkana ulaşma sürecinden habersizler. Bildikleri veya bilmedikleri bu nokta büyük olasılıkla önemsiz. Alışveriş ediyorlar. Görüyorlar. Alıyorlar. Veya almıyorlar. Bu süreci ortasından itibaren anlatmaya başlayacağım; bir mobilyanın, lambanın, vazonun vs. tasarlandıktan, üretildikten sonrasını... Üreticilerin, halka değil de mağazalara ürünlerini sundukları noktayı.


 


Bugünlerde çok sayıda uluslararası fuar var. Ev mobilyaları için en önemlileri Köln, Frankfurt ve Milano'da olanları. Bir zamanlar, Köln ve Milano baştı; şimdi ise italyanca'da "Salone Internazionale del Mobile" olarak bilinen Milano fuarı, en tanınan olma statüsünü eline aldı. "Salone" 1961'de açıldı. O zamanlar, 328 katılımcı ve yaklaşık 12,000 ziyaretçisi vardı. Geçen yıl İse, aşağı yukarı 2,000 katılımcı (bu sene daha az) ve 190,000 ziyaretçisi oldu. Bu sene ziyaretçilerin çoğunluğunu diğer tasarımcıların neler düşündüklerini ve neler yaptıklarını görmek İsteyen öğrenciler oluşturuyordu. Bağrışan 3000 gazeteci -Milano'daki moda haftasındakinden üç katı fazla sayıda- fuar alanlarına ve şehiriçi etkinliklerine koşturdular. Birkaç tasarımcı, utanmazca "bana bakın" tekniği sergilediler. Mesela Philippe Starck (silah şeklinde altın kaplı Flos lambasıyla) ya da Marcel Wanders (Living Chandelier Chances'ından sarkan, bikinili sevgilisiyle) bunu yapanlardan.


 


1989'dan beri bu organizasyona katılıyorum, ilk yılımda hiçbir otelde rezervasyonum yoktu, tasarım dünyasından kimseyi tanımıyordum ve Milano'da bir tek arkadaşım ya da meslektaşım yoktu. Merkez tren İstasyonuna vardığımda, benim masum Amerikalı yüzüme bakıp saf bir turist olduğumu düşünen sinsi bir adamı hatırlıyorum. Yanıma geldi ve bana otele ihtiyacım olup olmadığını sordu. Olmadığını söyleyince beni istasyonun köşesindeki harap bir otele götürdü. Kalanların çoğu, hayat kadınları, bekar anneler ve çocuklardı. Odam, çıplak, küçük ve yüksek tavanlıydı. Umumi banyoda, lavabonun hemen önündeki yer döşemesinde büyük bir delik vardı. Evet, bir delik! Bir farenin oradan fırlayıp beni ısıracağından korkuyordum. Bütün bunlar çok tiksindiriciydi.


 


Ne yazık ki bu sene, Nisan'daki fuara rezervasyon için Ocak ayına kadar bekledim. Ve gecesi, 220 dolardan daha azına bir şey bulamadım. Otel, üç yıldızlı olduğunu bildlrse de, bence iki yıldızlıktı. Bugün, eğer rezervasyonlarını Ağustos'ta (sekiz ay öncesinden) yapmadıysa, kimse Milano'da uygun fiyata bir oda tutamıyor. Tabii gecesine 400 dolar veya üstünü vermeye razı olursanız, son dakikada birkaç oda bulabilirsiniz (Aynı hoşlukta bir otel, istanbul'da 50 dolarken, Milano'da 300 doları buluyor!)


 


1989 yılında, tasarım dünyasında hiçbir başarım yoktu. Tasarımla ilgili yazılı tek bir kelimem bile olmamasına rağmen, gazeteci gibi davranmıştım. Yazardım ama sadece sigara, şampuan ve benzeri ürünler İçin reklam ya-


 


zarlığıydı yaptığım. Lisans diplomamı Amerika'da sadece dört üniversitede gazetecilik bölümü varken almıştım. Fakat, modern tasarım hakkında fazla birşey bilmiyordum; tasarım tarihi konusunda daha da az fikre sahiptim. Üstelik iyi bir yazar da sayılmazdım. Zaten çok az öğrenci gazetecilik okullarında iyi yazı yazmayı öğrenir.


 


1989'dan bu yana devam eden göçlerim, edindiğim tecrübe ve eğitim bana çağdaş tasarımın nasıl yayıldığıyla ilgili bir öngörü sağladı. Farkettim ki, "Salone" gibi fuarlara katılan dükkan sahipleri ve gazeteciler, jüri gibi davranıp; tüketicilerin neleri alacağına karar veriyorlar. Başka bir deyişle, az ya da çok, sizin zevkinizi belirliyorlar. Siz öyle düşünmeseniz de... Ayrıca, Milano'da ki fuar ve benzerlerinde, sadece tasarımın parlak örneklerinin yer almadığını da farkettim. Aynı zamanda taklit "antikalar" ile kötü mobilyalar da sergileniyor. Şaşırtıcı olan, bunların çoğu iyi satılıyor. Anlaşılan, kötü ve çirkin'in pazarı da burası. Geçen sene, italyanlar, en büyük iki Pazar olan A.B.D ve Almanya'ya 16 milyon dolarlık mobilya ve eşya İhraç etmişler.


 


8 sene önce, fuar organizatörleri iyi bir fikir buldular. Genç tasarımcıların ve uluslararası okul gruplarının çalışmalarını gösterebilmeleri için ana pavyonlardan daha ucuza tutulabilen, küçük standların yer aldığı, SaloneSatel-lite Pavyonunu açtılar. Yapılan 600'den fazla başvurunun 510'u kabul edildi. Okul sergileri genelde iyi değilken, genç tasarımcıların çalışmaları ilginç, canlı ve çoğunlukla yenilikçiydi. Ne yazık ki, genç bağımsız tasarımcılar veya yeni mezunlar kendilerini etkin olarak nasıl sunmaları gerektiklerini bilmiyorlardı denebilir.


 


Milano şehrini gelişi güzel yayılmış, çok sayıda sergi showroomu ve bazıları küçük birer müzeyi andıran galeriler dolduruyordu. Milano fenomeninin yedi günü boyunca, özel kokteyl partileriyle akıllarda kalan o kadar çok sergi vardı ki, mağaza sahibi, gazeteci veya öğrencilerin hepsini ziyaret etme olasılığı yoktu. Ve, eğer istediyseler bile, çevrede ulaşımı sağlayacak taksileri bulmaları zordu. Zaten çok da pahalıydı. Park edecek hiçbir yer olmadığından, araba kiralama fikri de pek akıllıca değildi.


 


Fuar günleri boyunca çok az şey gördüm. Ayaklarım acıdı. Sırtım ağrıdı. Beynim aşırı yüklendi. Kendi kendime, "Emekli olup, sahilde uzanmalıyım. Bu çılgın İşten bıktım", dedim. Öncelikle, Milano'da yaşayan, beni öğle veya akşam yemeklerine davet eden arkadaşlarımı ziyaret ettim. Ancak Milano'dan eve döndükten sonra, editörlerin neler düşündüğünü ve neleri kaçırdığımı görmek için, dergilerin fuardan aylar sonra yayınladıkları haberlere bakıyorum. AD büyük ihtimalle, Milano'yu hemen haber yapan tek düzgün dergi olacak, diğerleri ise "bahsedilmeye değer olan şeylere" yedi ay sonrasında yer verecek. Katılmayan dergi editörleri ve yazarlar, meslektaşlarının dergilerindeki haberleri, orada neler sergilendiğini öğrenmek için kullanıyorlar. Aynen benim yaptığım gibi!


 


Bu anlattığım aslında, ürünlerin yerel dükkanların raflarına doğru nasıl yolculuk ettiklerinin hikayesi. Hernekadar bir ürün, zeki bir konsept yaratmış tasarımcıdan, bu ürünün iyi bir fikir olduğunu düşünen üreticiye, oradan mağazasında sergilemek isteyen alıcıya gitse de müşteri onu istemeyebilir. Dolayısıyla, satın da almayacaktır. Bu demektir ki, tüm bu sürecin içinde önemli olan tek düşünce, tüketicininkidir.

SAYFAYI YAZDIR